Biz Türklerin çok anlamlı…manidar bir atasözü vardır. “Bir ipte iki cambaz oynamaz” diye. Lafı neden bu cambazlara getirdim, anlatayım:

Bay Trump, Evangelist İzmir Papazı Brunson’un 2 yıldır tutuklu olarak yargılanması nedeniyle; o da bir Evangelist olan yardımcısı Bay Pence’in ittirmesiyle “verin benim nur yüzlü papazımı… yoksa haaa!” misali sözde stratejik ortağı Türkiye’ye dolayısıyla Bay Erdoğan’a okyanus ötesinden okkalı bir salvo attı. Tabi beş dakika sonra bizim borsadaki dolarların ruhuna el fatiha… anında yurt dışına kanatlandılar. Ekonomimizin hali meydanda.

Bay Erdoğan durur mu… ABD’ye saydı, saydırdı. “Bay Trum burası kabile devleti değil…burada hukuk konuşur. Biz yargıya müdahale edemeyiz”, dedi. Bu tezinde haklıydı da. Bu arada “ver papazı(FETÖ’yü)… al papazı” diye de Bay Trump’a şık bir teklifte bulundu ama maalesef ABD’den çıt çıkmadı..

Hemen akabinde bağımsız mahkememiz tutuklu papazın elektronik kelepçeli ev hapsine…tabiri caizse “pat” diye karar verdi ve ardından polis gücümüz papazı ve evini sağlama aldı.

Bay Trump durur mu? Salacaksınız da salacaksınız…

Nihayet iki gün önceki son duruşmada, papazın FETÖ’ye ve PKK’ya destek olduğu suçu, gizli tanıkların çark etmeleri sonucunda 3 yıl 1 ay 15 gün ceza ile sabit görüldü ve 2 yıl hapis yattığı göz önünde bulundurularak tahliyesine karar verildi.

Papaz Brunson tası tarağı toplayıp önce Almanya’ya uçup ABD bayrağını öptükten sonra Bay Trump’un özel davetlisi olarak Beyaz Saray’ın Oval salonunda ağırlandı. Fırsat bu fırsat birde Bay Trump’u takdis etti.

Sonunda bay Trump bizim Reis’e bu konuda verdiği destek nedeniyle övgüler yağdırdı. Ayrıca “ben Türkleri çok severim” dedi.

İki şeyi zannederim sizler de benim gibi merak ediyorsunuzdur.

İlki: Bay Erdoğan acaba ne gibi bir destek verdi?

İkincisi: Bay Trump acaba o anda neden Türkleri sevmeye başladı?

Yalnız şaka bir yana çok ciddi bir sorun var gibime geliyor. O da “gizli tanık” meselesi.

Bakın FETÖ ve Erzurum’da bulunan bir Cemaat’in kumpası ve “gizli yalancı tanıklar” nedeniyle yıllarca hapis yatmış Emekli Savcı İlhan Cihaner bu konuda BİRGÜN Gazetesine yazdığı yazıda ne diyor:

Yargının açık sefaleti ve gizli tanıklık

Yaşanan rezillikler ve pespayeliklerden çıkarılabilecek tek iyi sonuç artık bir adaletsizlik kaynağına dönmüş olan “gizli tanık” uygulamasının sorgulanması ve ortadan kaldırılmasıdır

Fetullahçıların mirası
Bu pespaye ve -henüz detaylarını- bilemediğimiz iade pazarlığından daha vahim olanı ise “Gizli Tanık” uygulamasıdır. Hukukumuza, yargı ve siyaseti Fetullahçı yapılanmanın yönettiği dönemde girdi. Yasa(lar) çıkarılırken ülkenin yargılama kültürü, evrensel kurallar, adil yargılanma hakkı, silahların eşitliği gibi ilkelerle uyumu gözetilmeliydi. Özellikle suç ve cezaların kanuniliği ilkesinin önemli ölçüde ihmal edildiği terör ve örgüt suçunun alabildiğine belirsiz uygulandığı şu günlerde gizli tanık uygulaması suçla mücadele enstrümanı olmaktan çıkıp, bir suç kaynağına dönüşmüş durumda.
Dünyada genellikle Mafia/Yakuza tarzı acımasız ve dışarıya kapalı çıkar amaçlı suç örgütleri ile mücadele etmek için kullanılır. Esasen uluslararası sözleşmeler ve AİHM kararları belli ve sıkı koşullarda tanığın kimliğinin gizlenmesine izin veriyor.

Ancak Fetullahçı yargı döneminde yaşanan gizli tanık terörüne rağmen uygulamanın ıslahı yoluna gidilmedi. Gizli tanıklık kendilerini yönlendiren “yapıların” istekleri doğrultusunda ifade verme karşılığında maddi menfaat ve geçim kaynağı haline geldi. Kimlikleri değiştirildi, maaş bağlandı, ihale verildi, kamuda işe alındılar. Vahşi bir dinleme ve izleme pratiği ile birlikte başlıca delil haline geldi. Asla birleşemeyecek olan aynı suça dair, tanık ve sanık sıfatları birleşti.
Bir kaçını hatırlayacak olursak Danıştay Saldırısı davasında “en elverişli” ifadeleri veren “9 nolu gizli tanığın” aynı dava da sanık olduğu ortaya çıktı. Benim de yargılandığım ve sanıkların aylarca tutuklu kaldığı davanın “gizli tanığının” bir savcı olduğu, kimliğinin değiştirildiği ve estetik ameliyatla görünüşü değiştirildikten sonra yeni kimliği ile mesleğe kabul edildiği ortaya çıktı. Aynı davada gizli tanıklık yapan kriminal kişiler, davanın ilerleyen aşamalarında kendilerinin “gizli tanık savcı” ve diğer Fetullahçı savcı ve polislerce yönlendirildiklerini itiraf ettiler. (Ancak bu ifadeler nedeniyle uzun süre tutuklu kalan genç bir MİT mensubu yüksek olasılıkla bu sürecin verdiği stresle genç yaşta yaşama veda etti. Başka davalarda da benzer ölümler yaşandı.)
Yaşanan rezillikler ve pespayeliklerden çıkarılabilecek tek iyi sonuç artık bir adaletsizlik kaynağına dönmüş olan “gizli tanık” uygulamasının sorgulanması ve ortadan kaldırılmasıdır. Doğru uygulanan etkin pişmanlık kurumu, kriminalistik biliminin geldiği aşama ve bilimsel delillendirme yöntemleri suçla mücadele ve adil yargılamaya daha fazla hizmet edecektir. İlhan Cihaner

İlhan Küçükbiçmen