30 Kasım 2018  Bu ayın başında Peter Hart’ın “GELİBOLU” adlı kitabını aldım. Yazar Çanakkale Savaşlarının adeta resmini çekmiş. Savaşa katılıp sağ kalan bazı Türk ve İngiliz,Fransız, Avusturalya’lı, Yeni Zellanda’lı, Hint’li askerlerin tuttuğu anı günlüklerini derleyip toplamış. Kitabın arka sayfasındaki şu söz hem çok hoşuma gitti hem de gururlandım doğrusu. Şöyle diyor;

“Tarihteki en büyük askeri harekatlardan olan Çanakkale Savaşı, Churchill’i makamından ederken Kemal Atatürk’ün yurdunun lideri olmasını sağladı.”

18 Mart 1915 te başarısız bir deniz savaşı ile başlayan Çanakkale savaşları, İtilaf kuvvetlerinin 25 Nisan 1915 günü Gelibolu sahillerine yaptığı çıkartma ile devam etti. Savaş temel özelliği itibariyle adeta siper kapma savaşıydı. Her iki taraf da çok kayıp ve yaralı verdi. Türk’lerin kahramanca direnişleri sonucunda düşman birlikleri pes etmek durumunda kaldılar.

15 Kasım 1915 gününe gelindiğinde artık Gelibolu yarımadasına kış gelmiş, hava çok soğumuş ve her yer karlar altında kalmıştı. Beni size anlatmak istediğim trajedik hikaye bu güne rastlıyor. Yazar on gün için kitabının 483. sayfasında diyor ki;

“Açık Suvla Ovası’na yayılan 9. (İngiliz) Kolordu için bu bir felaketti. Yer karla kaplıydı ve siperler bel hizasına kadar çıkan buzlu su içindeydi. 200 den fazla ölü vardı ve tabip subayların ve sedyecilerin imkansıza yakın görevleri- soğuk yanığı ve hipodermi olan 5000’den fazla askere bakma görevleri- vardı.”

15 Kasım 1915 gününü kendi açısından kaleme alan Teğmen Norman King Wilson, 88. Sahra Ambulans Tugayı, RAMC. acı tabloyu şöyle kaleme almıştı;

“Tıbbi yardım istasyonlarından geçerken topallayan, ayakları dolaklara sarılmış, kumsala inen düzinelerce askerin yanından geçtim. Siperlere yaklaştıkça görüntüler daha da kötüleşiyordu. Değiştirme istasyonunda yüzlerce askerin ayakları yağla ovuluyor, yiyecek veriliyordu. Ayakları normal boylarının iki katı şişmiş ve morarmıştı. Ağrısı korkunç olmalı, ama nadiren inilti sesi duyuluyordu. Siperlerdeki küçük tibbi yardım istasyonlarına getirilen sarsıcı vakalar vardı. Bazıları donmuş ve bilincini kaybetmişti, bazıları ısınmak için çok miktarda rom içtiği için sarhoştu. Bazıları sere serpe çamura yatıp ölmüş. Bazıları ön siperlerin üzerinde yatıp donmuş. Aman Tanrım, ne acıklıydı! Gün ilerledikçe, giderek daha fazla sayıda ayakları donmuş asker topallayarak geldi; bazıları tüfeklerini koltuk değneği olarak kullanıyor, bazıları sürünüyor, bazıları neredeyse kendileri kadar sakat arkadaşlarından yardım görüyordu. Ayakları donmuş bir subay çamurlu düzlükten geçip, sargı istasyonumuza gelmeye çalışıyordu. Kendisiyle birlikte olan iki kişiye devam etmelerini söyledi ve çamura oturdu. Gidip taşıyıcı gönderdiler. Soğuğa ve bitkinliğe daha fazla dayanamayan subay taşıyıcılar geldiğinde ölmüştü.”

Bu alıntıyı yaparken aklıma 90.000 şehit verdiğimiz Sarıkamış Harekatı geldi. Hemen hepsi de düşman mermisiyle değil, donarak şehit olmuşlardı. Ülkemizi savunma uğruna, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, İstiklal Savaşımızda gözlerini kırpmadan “Allah, Allah” nidalarıyla canlarını feda ederek şehit olan, yaralanarak gazi olan tüm kahraman Mehmet’ciklerimizin önünde saygıyla eğilirim.

İlhan Küçükbiçmen