Dün, yani 24. Ocak 2020 akşamı Doğu Anadolu fay hattı üzerinde yer alan, iki güzel ilimiz Elazığ ve Malatya’da 6,8 büyüklüğünde meydana gelen depremle, bir kere daha yandı yüreklerimiz.
Kara ve soğuk gecenin bitmez, tükenmez saatlerinin sonunda gözler yaşlı, acılı sabahlara uyandı güzel ülkemin, hassas ve duygulu insanları.
TV kanallarının alt yazılarında beliren o anlık sonuçlar, 20 ölü ve 1050 civarında vatandaşımız ise yaralı… İlerleyen saat ve günlerde dilerim bu sayılar artmaz.
Öncelikle yaşamını yitirenlere, Allah’tan rahmet, yaralı yurttaşlarımıza da acil şifalar dilemek istiyorum.
Tabii bunların dışında sayıları belki 30-40.000 i bulan depremzedelerin de Allah ve devletimiz yardımcıları olsun.
Yüce yaratan Allah’ın hepimizin, her daim yanında olacağından asla şüphe duymam ama…
Devletimizin ve bizi yüzyıllardır yöneten siyasi önderlerimizin yaptıklarını ve yapamadıklarını sorgulamak sadece benim değil, hepimize düşen bir görev olduğunu düşünüyorum.
İşe çok parpıcı bir örnekle başlamakta yarar var. Evet o ülkede neredeyse her gün deprem oluyor. Bazıları ise akıl almaz, “9” şiddetinde ama ne bir bina yıkılıyor ne de 1-2 kişiden fazla can kaybı yaşanıyor. Aklı başında hiç kimse bu olguya sırt çeviremez.
Yani bu şiddette bir deprem ülkemizde olduğu takdirde halimiz nice olur, düşünmek dahi istemem…Artık şapkayı önümüze koyup düşünme zamanıdır. Özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki çağ dışı yerleşim problemini, çarpık kentleşme sorunlarımızı, vakit kaybetmeksizin ele almalıyız. Tüm Türkiye’de öncelikler saptanarak “Kentsel Dönüşüm” derhal aktif hale getirilmelidir.
Sadece “Takdir-i İlahi” diyerek bu felaketlerden kurtulamayız. Bilimi göz ardı ettiğimiz sürece, yürekleri parçalayan feryatlar, çığlıklar sürer gider…
İlhan Küçükbiçmen