15 Ekim 2017, günlerden pazartesi. Dün İzmir’de kaçak göçmenleri taşıyan bir kamyon kanala uçtu. Facianın bilançosu: 22 ölü, 13 yaralı. Bugün de dünkü gibi Türkiye üzerinden Yunanistan’a kaçmak isteyen 30 civarında kaçak göçmen şükür ki sağ olarak yakalanmış. Tabii bunun sonu gelmeyecek…
Yıllardır televizyonlarımızda içimiz acıyarak, gözyaşlarıyla izleriz bu korkunç trajedileri.
Bir bakarsınız kaçak çoluk, çocuk anne ve babalar TIR kasasında havasızlıktan boğularak ölmüş…
Bir bakarsınız derme çatma şişme botlara, uyduruk can yelekleri giydirilerek, insan tacirleri tarafından doldurulmuş insancıklar Akdeniz veya Ege’nin azgın dalgaları arasında, bu sefer suda boğularak can vermiş.
Aylan bebek, daha dört yaşındaydı yavrucuğum. Aile sıcaklığını, arkadaş sevgisini henüz tatmak üzereydi bu zorlu kaçış macerasından önce. Ama olmadı işte… anne ve babası Ege’nin derinliklerinde kaybolurken, onun narin cansız bedeni 2015 yılının bir sonbahar hüzününde Bodrum’un kumsalına sürüklenmiş, insanlık utancı içinde bir gazetecimizin deklanşörüne takılmıştı. Türkiye ağlıyor, İslam Âlemi ağlıyor, dünya ağlıyordu ona. Ama ne fayda…
Kuzey Afrika üzerinden, Asya ve Orta Doğu ülkelerinden tamamına yakını ne yazık ki Müslüman olan on binlerce insan, yıllardır Hıristiyan kimliği ile bilinen Avrupa ülkelerine canları pahasına neden ulaşmaya çalışırlardı? Temel gerçek neden sefalet ve yoksulluktu, acaba?
Yaklaşık 1400 yıllık geçmişe sahip, dünya geneline yayılmış 1,5 milyarı bulan devasa İslam toplumu genelde hep fakirlikle boğuşmuş. Aslında boğuşmuş da denilmez ya. Bu yaşam tarzını dini “şükretme” öğretisiyle kabullenmiş veya bir yere kadar kabullenir gözükmüş. Ama yaşam şartları içinden çıkılamaz bir hale gelince de, çareyi yaşadığı toprakları, kutsal bellediği vatanını terk edip “kafir” dediği Avrupa’ya, Amerika’ya. Kanada’ya kaçmakta bulmuş.
Kaçmayı başararak, öncelikle İtalya, İspanya veya Yunanistan’a sığınan mutlu “mültecileri !” ise toplama kampları bekliyordu. Bu kamplardaki insanlık dışı yaşam şartları yıllardır gazete başlıklarına konu olmuştur.
Ölmeyip sağ kalanlar için son durak ise, yaşam şartları belki bir kademe daha iyi olan başta Almanya olmak üzere diğer Avrupa devletleri mülteci kamplarıydı. Sonunda “ilticacı” kabul edilenler ise bulundukları ülkelerde “modern köleler” olarak düşük ücretlerle, en kötü işlerde ve şartlarda çalıştırılıyor ve erken yaşlarda da yaşamlarını yitiriyorlardı.
Burada şu görüşümü üzerine basa basa vurgulamak isterim: İnsanoğlu yüzyıllardır yaşamını inanç dünyası ile birlikte sürdürmüştür. Tüm dinlerin öğretisi üç aşağı beş yukarı benzerdir. İnsanlığı doğruluğa, sevgiye, yardımlaşmaya, adil paylaşmaya ve yüce yaratana şükretmeye yönlendirir.
Ama bunların dışında “seküler” bir anlayışın olduğu bir dünya mevcuttur. Şayet çağdaş bilimi takip edemez, çalışmaz ve üretemezseniz yukarıda konu edilen acı gerçekle yüzleşirsiniz.
İşte burada neredeyse tamamına yakını Müslüman olan Türkiye’miz diğer İslam ülkelerinden bir nebze olsun olumlu yönde ayrışmaktadır.
Çünkü bu ülkeyi tükenmiş bir durumdan, bu günlerimize ulaşmamızı sağlayan; çağdaş değerleri hedefleyen Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ve onun gibi düşünen silah arkadaşlarına borçluyuz.
İyi kötü din ile devlet işlerini Anayasamıza yerleştirdiğimiz “Laiklik” anlayışıyla perçinlemişiz. Tartışılabilir olsa da…!
İlhan Küçükbiçmen