2007 yılından günümüze değin, ağırlıklı olarak T.S.K. nin çok değerli subaylarını hedef tahtasına koyan ve yüzlerce insanımızı, sahte deliller ve sahte gizli tanıklarla FETÖ’cü savcı ve hakimlerin verdikleri kararlarla hapislerde çürütmüşlerdir. Konu ile ilgili çok çarpıcı bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. İlhan Küçükbiçmen
Cumhuriyet 04 Aralık 2018 Sn. Zafer Arapkirli’nin yazısı.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük, en utanmazca ve en alçakça yalanlarından birinin iflası diyoruz ya. Çöktü diyoruz ya. Pervasız bir yalanın çöküşü gerçekleşti diyoruz ya. Aslında yanlış yapıyoruz. Aslında bu yalan, söylenmeye başlandığı, ağızlardan çıktığı, yalancı, yandaş, yılışık, yalaka paçavraların manşetlerine dizildiği anda çökmüştü.
Lime lime dökülüyordu. Yerlerde sürünüyordu. Ve o günlerde de, aynı bugün yaptığımız gibi, yalancıların yüzlerine haykırıyorduk bunu. Çünkü hem hukuk tarihinde ve hatta hem de insanlık tarihinde belki de eşine ender rastlanacak kadar sakil bir dosya ile çıkmışlardı insanların karşısına. Kurdukları karanlık YÜM’lerde (yalan üretim merkezleri), Gestapo usulü örgütlenmeleri aracılığıyla peydahladıkları sözde delillerle savcıları besleyip, bununla da kalmayıp, tekerlekli bavullarla, gazeteci kılıklı alçakların önüne yem diye atıp neredeyse bütün ülkeyi kandırmayı başardılar.
En aklı başında diye bildiğimiz tanıdıklarımızın, meslektaşlarımızın, arkadaşlarımızın ve eski yoldaşlarımızın bile gözlerini bağlamayı becerdiler. Normalde hukuktan, adaletten, vicdandan, özgürlüklerden yana diye bildiğimiz insanların bile basiretini bağladılar. Ayaküstü de, oturup saatlerce de tartıştığımız nice aklıselim sahibi insan bile, “Abi öyle diyorsun da… Bak, her şey ayan beyan ortada. Görmedin mi gömülü silahları, görmedin mi dinlemeleri, CD kayıtlarını, duymadın mı toplantıları?..” diyerek savunuyordu o yalan ve vicdansızlık dolu, “iltihap” dolu dosyaları.
Ama yalanlardan ve düzmece delil dosyalarından daha fazlasını da yaptılar. Toplumun çok farklı kesimlerinin desteğini alabilmek için, bir çöp kamyonuna dönüştürdüler dosyayı. İti kopuğu, hukuk dışına çıkmış ne kadar kirli unsuru varsa bu ülkenin, onları da bu dosyanın içine doldurup birbirleriyle irtibatlı ve iltisaklı hale getirmeye çalıştılar. Cumhuriyet aydınlanmasının ve bu ülke vicdanının yüreklerinde gururla bayraklaştırdığı isimleri, İlhan Selçuk’u, Türkan Saylan’ı bile dahil ettiler kumpas dosyasına.
Canlara kıydılar. İntiharlara neden oldular. Hayatları çürüttüler. Göz göre göre, zindanlarda karattılar nice hayatı ve tabii bu ülkenin geleceğini. Adını da “Bağırsak temizlenmesi” koydular utanmadan. Bu ülkenin bağrısaklarındaki asıl pisliğin kendileri olduğu gerçeğini unutturmak istercesine.
Sonunda çöktü yaratmaya çalıştıkları o efsane. ETÖ adını taktıkları ve daha o günlerde bile mahkemenin kendisinin bile “ETÖ diye bir şey yok” diye itirafta bulunduğu örgütlenmeyi.
Nihayet bugüne gelindiğinde “FETÖ Kumpası” şeklinde revize ediyorlar bu alçakça planı.
Evet, bizlerin yani bu ülkenin vicdan sahibi, onurlu, hukuktan yana, utanması olan, biraz zekâsı ve aklı olan insanlarının (argo tabirle) “yemediği” bu yalanı, şimdi kabul ediyorlar. Ama kim? Suç ortakları… Yani o günlerin FETÖ yardakçıları, işbirlikçileri. O gün de bugün de iktidarı ellerinde bulunduranlar. Yani FETÖ-AKP koalisyonunun sözde “medyun” olmuş kanadı.
Yemezler hanımlar beyler!
Ve yemezler, o günlerde bu alçakça planı alkışlayan liboş tayfası. Bakın.. özellikle seçiyorum bu liboş tanımını. Bu ülkenin onurlu liberallerini tenzih ederek. Çünkü “liboş” sözcüğü, benim için o günlerde de, bugün de, hatta bu ülkenin tarihi boyunca muktedirlerin kuyruğuna takılarak, onların düdüğünü çalarak var olma telaşındaki, onursuz ve çapsız bir kısım sözde aydın tayfasını tanımlıyor.
Ama bütün bu onursuz alçaklıklara rağmen, o günlerde “askeri vesayetibitiriyoruz” yalanlarına rağmen bu kumpasa ortak olanların bile, bildirilerle alkış tutanların bile, başlarına en ufak bir hukuksuzluk gelse, onların da hukukunu ve adil yargılanmaları gereğini savunmak bizlerin boyun borcudur. Bunu da hatırlatmamız gerekiyor.
“Benden değilse, hukuk ona lazım değildir”ci, çapsız müptezellerin bir türlü kafalarının basmadığı da bu zaten.
Hukuk, vicdan ve ahlak sahiplerinin asla vazgeçemediği bir mecburi gıdadır toplumlar için, insanlık için.
Bu dava bunu bir kez daha bizlere hatırlatmıştır.